Cesur Olmak

Korkularımızla yüzleşirken, evvela kendimizi tanımak gerekiyor sanki. Çünkü kendini ne kadar tanıyorsan o kadar cesur olabilirsin dersem hak verir misiniz bilmiyorum. Burada devreye şöyle bir gerçek giriyor; “ne kadar ileriye gidebilirsin”. Nerede durmalısın? Veya hiç başlamalı mıydın? Fakat cesur olmak sadece ölüm ile yüzleşmek midir, fiziksel bir hasara karşı dik durmak mıdır bir insana veya canlıya herhangi bir nesneye karşı baş kaldırmak mıdır yoksa bambaşka bir kavram mı.
Duygusal korkular kadar insanı yoran, tüketen, hasar veren bir his düşünmedim, düşünemiyorum. İnsanın en büyük korkusu ölüm olsa, tek bir cesaret deneyimi iki şekilde sonuçlanırdı nitekim. Ya ölürdün, ya da yaşardın. Cesaretin başarı ile sonuçlanırsa belki korkunu yenmiş olurdun. Tam tersi olsa en büyük korkuna kavuşmuş olurdun. Ölürdün. Fakat 1 kere.
Seni yeyip bitiren, içten içe tüketen hissel bir korkuya karşı ise bir cesaret gösterebilsen, yine galip gelebilirsin. Ama korkun gerçekten yok olur mu, yenmeyi başarabilir misin bilmiyorum. Hiç denemedim. Tam tersini düşünelim. Başaramadın. İşte bu sefer 1 kere ölmüyorsun. Her gün ölüyorsun, defalarca ölüyorsun, hatırladıkça ölüyorsun. “Yaşadıkça” ölüyorsun.
Bitmiyor; cesaret etsen de, ürkek kalsan da, başarsan da. Evet başarsan dahi. Sürekli tekrar eden, edecek olan bir korkudur bu.
Peki asıl soruya gelelim neyin korkusu bu? İnsan yalnızlıktan neden bu kadar korkar.
Yıllar geçse de neden alışamaz. Ölümden dahi korkmayan hatta bunu hasretle bekleyen insan neden böyle bir şey karşısında tir tir titrer. Sonuçlarından mı? Başaramazsa her gün öleceğinden mi.
Öyle bir korku ki bu, cesur olsan da, ürkek olsan da, beklesen de, çabalasan da seni tüketecektir. Önce umutlarını, sevinçlerini, neşeni. Sonra seni sen yapan ne varsa parça parça onları. En son inancını.
Seni öyle bir çıkmaza sokacak ki senden aldığı her şeyi azar azar geri verir gibi yapıp sonra misliyle alacak. Çok ufak bir umut verip, misliyle alacak. Çok az bir sevinç verip misliyle alacak. Oyun oynarcasına, dalga geçercesine yapacak bunu. Her gün başka birisine çevirecek, imkansızları başaracak, karakterini değiştirecek, kalbini bozacak. Belki hasta edecek.
Hiç kazanamayacağın bir savaşın ortasında seni cephe cephe koşturacak.
…
Üzgünüm, bu savaşta elimdeki tek silah inançtı.
Sanırım onun da cephanesi tükenmek üzere:
Hangi dua?
“Yine hazân mevsimi geldi
Yine yapraklar rüzgarların peşi sıra gidecek
Yine deli gönlüm yine bu mevsimde
Hicrânını yalnız başına çekecek
Hüsranını yalnız çekecek
Geleceksin belki de
O zaman ne o yapraklar ne o rüzgar
Ve ne ben olacağım
Yine deli gönlüm yine bu mevsimde
Hicrânını yalnız başına çekecek
Hüsranını yalnız çekecek”
“Hiç kazanamayacağın bir savaşın ortasında seni cephe cephe koşturacak.”
24 yaşımda unuttuğum, unutmak istediğim ya da daha karanlık sularla boğuştuğum için farkındalığı odağımdan çıktığını zannettiğim yegane bir kavramı hatırlattın, çok güzel özetlemişsin. 2 aydır bunu süreklilikle düşünüyor ve yaşıyordum. Yarın yine unutsam, bir gün elbet dizlerimin kanıyla yeniden buluşacağım.
Sözlerime çok ünlü bir düşünürün cümleleriyle son vermek isterim;
“Hayat, beni neden yoruyorsun?”