İzleyen Göz

BÖLÜM 1
Işık adına seçilen her şey çocuksu gülüşlerde uyanan ve kuşların meleksi kanatlarında yeller ülkesine doğru var olmuş bir sevgi demetinin kusursuz biçimlenişiyle yeniden uyuyan ölünesi ölümsüz masalların maviye boyalı şarkılarıdır.
İZLEYEN GÖZ
Bir düş tadındadır kalbimde uyutup büyüttüğüm şu küçük masal.
Gecenin yıldız kalemleriyle şekiller çizdiği üstü açık gökyüzünden, siyaha örtünmüş toprağın serin yatağına bir âşık bağırışıyla düşmüş ak yüzlü ay. Gök kararmış. Yer parlak bir ışıkla aydınlanmış sonsuza yanan deniz fenerleri gibi. Güneş uykudaymış henüz. Ilık ve yalnız bir uykuda. Yeşille maviyi emmiş bir nehir akarmış uzun vaha boyunca ıslak yelpazesinde yakamozlar biriktiren. Sonra onları boncuk boncuk yapıp, göğün oyuncu çocuklarına takdim eden. Güneş ve ay… İkisi de nehrin ayn yakasındaymış. Zamanın eskiyle yeni arasında kalmış bu gizsel yerinde aşk büyüsünün kokuları duyulurmuş hep. Hüznün çanağında eriyen mutluluk gözyaşlarının şarkıları içilirmiş koruyucu melekler tarafından ve âşıklar birbirlerine seslenirlermiş ışık sandallarından, nehrin kenarında dipte oynaşan balıkları seyre dalmış küçük bir çocuk, kendisine doğru gülümseyerek yaklaşan pamuk yüzlü ayı görünce sessiz bir kımıltı içinde sakin ve huzurla kaydırmış bakışlarını parıldayan elbisesine. Ay, yaşamın işlenişinde gözlerine yansıyan düşsel manzaralar karşısında şaşırmamasını söyleyip büyülü bir ses tonuyla güneşe olan aşkını anlatmaya başlamış ona:
“Ben ışıklar prensesiyim. Göğün karanlık örtüsünde görünen şu milyonlarca yıldızsa hiç kurumayıp orada öylece asılı duran gözyaşlarımdır benim. Aşkın hüzünler çoğaltan kuyusundayım. Durmadan, evet hiç durmadan akıyorum sonsuz boşlukta. Özlem ve kavuşamamak adına eriyorum her geçen gün biraz daha fazla. Işığımın gücü her ağlayışımda daha da azalıyor ve dünyayı karartıyor. Biliyorum bir gün yok olacağım şu beyaz gelinliğimin içinde. Düşsel bir aşkı düşsel olmayan bir sonla noktalayacağını. Yazgımın sınırlarına taşamam. Bana yaşamam için hayat veren Tanrı’ya hiçbir şey söyleyemem ve ona karşı gelemem çektiğim acılar adına…”
Bir an sustu… Bekledi… Bekledi ve kaldığı yerden devam etti konuşmasına:
“Aşk insana sonsuz mutluluklar yanında sonsuz acılar da verir. Çaresiz kabul ediyorum kalbimin hüzünlü bahçesinde yaşadıklarımı ve yaşatılacak olanı. Sessizlimin dikensi diliyle kanayacak bedenim; ruhumdaki ışık küçülüp sönene kadar. Karanlığın kuyusunda siyah gözlerle bakacağım dünyaya ve sevgili bana olan aşkından günden güne kaybedecek ateşinin gücünü akıttığı gözyaşlarıyla. O da küçülüp sönecek ve mavi dünya sonsuz ölümcül bir uykuya çekilecek benim yüzümden. Tanrı böyle bir hüzün yaşamamamızı dilemişti bizden. Ama ruhlarımızda taşıdığımız sevginin kutsal değerler kadar büyülü ve olağanüstü olduğunu görürse, yaşamlarımız ve gezegeninizin geleceği adına yardım edeceğini söylemişti bana.” Yutkundu… Biraz bekledi ve sürdürdü konuşmasını: “Yine Tanrı, bu aşkın su kadar berrak ve bir bebek kalbi kadar tertemiz olduğunu onaylarsa eğer, sevginin karşılığını tam olarak almış olacağız ve bağışlanmış kalplerimizle güzel bebekler vereceğiz dünyaya ve insanoğluna.”
nehrin bütün balıkları bembeyaz bir ışık boyasına bürünmüş, serin suyun dışına çıkarmışlar başlarını ve bu hüzünlü hikâyeyi dinliyorlarmış sessizce. Onların da minik kalplerinde bir umut ışığı yanıp duruyormuş aşkın lirik ve kuşatan sıcaklığı karşısında…
Küçük çocuk oturduğu yerden hafif hafif doğrularak ellerini pamuk yüzlü ayın ağlayan gözlerine dokundurmuş. Avuçlarında toplamış onları. Dudaklarına götürüp içmiş… İçmiş… İçmiş. Onun parlayan ışığı ve hüzünlü gözyaşları ona büyülü bir güç vermiş, nehrin içine doğru ilerleyip derin sularına bırakmış kendini. Yüzmüş. Balıkların kıvraklığı kadar çevik ve hızlı. Karşı kıyıya çıkmış. Orada kendisini karşılaya
II
cak olan başak yüzlü güneşi görebiliyormuş. Gökyüzünün masmavi soyut denizinde sapsan heybetli bir heykel gibi duran güneş, kızgın ateşini bağrına basıp yeryüzüne inmiş. Nehrin bir yakası gece diğer yakasıysa gündüzmüş. Küçük çocuk gecenin serin kollarından gündüzün sıcak yatağına geçtiğinde, gözlerinde büyüyen sevgi dolu bakışlara özlemiyle yanıp tutuştuğu aşkını anlatmış başak yüzlü güneş:
“Var olduğum ilk günden beri yorulup uykuya çekildiğim geceler boyunca, göğün karanlık derisini aydınlatan pamuk yüzlü aya âşık olarak yaşadım ve halende yaşıyorum. Özlemim kaynayan ateş kuyularında darmadağın olup yanıp kavrulurken, hep onun serin dudaklarından bir kez olsun öpmek istedim. Ona sarılıp koynunda uyumayı ve düşlere dalmayı düşledim. O düşlerin gizli yatağında birbiri içinde kaybolur* casına sevişmek istedim onunla. Ateşimin gücü tükendi gitgide. Gözlerimden kopan hüznün ateş kuşanmış gözyaşları, bedenimi eritip zayıf düşürmeye başladılar. Küçüldüm. her geçen gün daha çok küçü- lüp kendi içine kapanan bir varlığa dönüştüm. Aşk adına çektiğim bütün acılar, biliyorum ki beni özlemimin uzağında tutacak hep ve sonsuz ölmelerin bataklığında uyutacak. Ve yine biliyorum ki pamuk yüzlü aya yaklaşsam yanacak dudakları onu öperken. Tutuşacak dantela saçları onları okşarken. Çıplak bedeni kavrulacak ellerimin her değişinde. Nafile… Nafile, bu illet acının kalbimde açtığı yaralara kucak vermek ve kan oturmuş gözlerimden hüzün dikenlerini kesip yok etmek. Nafile ömrümün yolsuz ve susuz sancıları arasında kaybolmak istiyorum artık, ruhumun derinliklerine doğru uykusuz ve uyaksız dizilişlerle.”
KüçüK çocuk, pamuk yüzlü ayın gözlerinden süzülen ve avuçlarında biriken gözyaşlarını içip kalbindeki çanağın kokulu bahçesinde onun için taşıyıp getirdiğini söyledi. Karşı yakada ay aynı iç çekişler ve sü- zülüşler içindeydi. Dudaklarını yanaştırdı ve öptü onu ufalmış gözlerinden. Öperken kalbindeki çiçekleri sulayıp rahatlatan pamuk yüzlü ayın gözyaşlarını onun sıcak gözyaşlarına akıttı. Karıştılar ve yapıştılar birbirlerine. Pamuk yüzlü ay kendisine doğru gelen ılıklaşan bir sıcaklığın farkına varmıştı. Nehrin orta yerine çekiliyordu yavaş yavaş. İkisi de derin bir buluşma noktasına akıp gittiklerinin sezgileri içinde aşkları adına onlara verilecek olan kutsal armağanı almayı düş- lüyorlardı. Nehrin tam ortasına ulaştıklarında taşıdıkları bedenlerin ait oldukları yere doğru hareket ettiklerini görmüşlerdi. Ruhları ayrılmıştı artık bedenlerinden. Acının ve umutsuzluğun çok uzağındaydılar.
Göğe doğru kaldırdı başını. Başak yüzlü güneş, mavi cennetin boynundan sarkıyordu mutlu ateş boncukları saçarak dünyanın gündüz bölümüne. Nehrin öte yanına çevirdi gözlerini. Pamuk yüzlü ay, göğün siyah gerdanından salkım saçak bırakmıştı kendisini çiçek demetleri saçarak dünyanın gece bölümüne.
Gökyüzünde dizili inci taneleri gibi duran yıldızlar, bundan böyle çoğalmayacaklardı pamuk yüzlü ayın hüzne kapanmış gözlerinden düşerek. Vedanın güler- yüzlü tablosunda şimdi aşk şarkıları vardı. Sayısız ve zamansız. Geceyle gündüzün birbirlerine karışmadığı noktada ikiye ayrılmış olan nehir, ay ve güneşin masalsı buluşmalarıyla beraber, sarıyla beyazın döne döne diplere doğru çekilişine açmıştı kapılarını.
İndiler… İndiler. Ta en dibe indiler. Kumun okşayan beşiğine vardıklarında, özlemin derin ve gürültülü patlayışları eşliğinde saatlerce seviştiler. Ta ki büyülü bir çözülüşün düşsel sarayında uykuya çekilince- ye kadar ruhlarının yumuşacık yatağında beklediler. Küçük bir çakıl taşı parlıyordu yosunların arasında. Balık gövdesine benzeyen minicik bir çakıl taşı. Çevresinde beyaz yıldız küşlarının uçuştuğu. Kırmızı balıkların esrarengiz danslar sunduğu ve siyah yılanların hiç bilinmeyen şarkılar söyleyip durduğu.
Mutlu bir zamanın sudan aynasında yaşanmıştı bu gizem ve lirik bir duygusallık taşıyan ölümsüz aşk. Eskiyen bir yaşamın bereketli tarlasına yepyeni bir dünya armağan etmişti. Küçük çocuk, nehrin sevişilerek işlenmiş portakal tadında ve yasemin kokan bahçesinde Tanrı’ya gülümsemekteydi. Çünkü o hayattaki son görevini bu şekilde tamamlamıştı. Olağanüstü bir aşka yeni bir yaşam vererek. Âşıkların kalplerine, hüzün kovan kuşu gibi, mutluluk çiçekleri getirip onları sonsuz sevgiler adına işleyerek. O, nehrin ılık tenli kumul ve yosun tarlasında suya hayat verecek olan bir çakıl taşıydı artık, aşklar boyu yaşayacak ve yaşanılanı değiştirecek olan.
Çünkü…!!!
u AY GÜNEŞTEN GEBE KALMIŞTI DÜNYAYA
VE
BANA….”