Murat Yılmazyıldırım Yeni Şafak Röportajı

En büyük ütopyam ülke yönetmekti…
Murat Yılmazyıldırım’ı ilk defa 1993 yılında Murat Çelik’le yaptığı Düşsokağı Sakinleri albümüyle tanıdık. Yaptıkları üç albümden sonra yollarını ayırma kararı aldılar ve yaklaşık 10 yıldır Murat Yılmazyıldırım dinleyicisine çıkardığı bireysel albümlerle ulaşıyor. Çıktığı ilk günden itibaren popüler bir figür olmamasına karşın her dönem öğrencilerin yoğunlukta olduğu gizli bir hayran kitlesi var. Çizgisini bir kez olsun değiştirmeden istediği müziği yapmaya devam eden Yılmazyıldırım’la, dinleyicisine bakışını, düşlerini, hayat algısını konuştuk…
Şarkılarınızda varoluşçuluk, tefekkür ve metafizik bir taraf var. Referans noktanız ne?
Sevgi. Gönül gözü çok önemli, onunla bakabilmek önemlidir. Bu aynı zamanda tasavvufta da vardır ve bu en temel felsefelerinden biridir. İnsanı oluşturan temeldir ve o olmadan yaşanmaz. Benim yaptığım onları ortaya çıkartmak.
Dört yıl Uzak Doğu felsefesiyle ilgilenmişsiniz. Ne buldunuz?
Onunla ilgilenmeyen var mı dünyada? (gülüyoruz). İnsan mutlaka hayatı boyunca Asya’nın o gizemli dünyasına dalış yapıyor. Müziğinden tutun da felsefesine kadar… Sadelik, sakinlik ve huzur… Yaşadığımız dünyanın bir çeşnisi.
Bu felsefe hayatınızda ne kadar zamandır var?
17 yaşımdan bu yana ilgileniyorum. Çeşitli kitaplar okuduğunuzda böyle bir birikimi yaşadığınızı hissedersiniz zaten. Yıllarca hiç durmaksızın deneysel romanlar, şiirler, dini öğeleri içeren kitaplar okudum. O okuduklarımla ortaya böyle bir kimlik çıktı.
O kimlikte ortaya çıkan şey bulanık mı, yoksa berrak mı?
Berrak. Hepsi düzenek olarak aynı şeylerle besleniyorlar. Hepsi sonuç olarak yaratıcıya gidiyor. Ben yaşadığım dünyanın bana ne kattığını önemsiyorum. Bir de benim o dünyaya hangi paralellikte karşılık verdiğim önemli. “Mutlak olan ölüm sonrasına en iyi şekilde nasıl gidebilirim”in derdindeyim. Yoksa içinde yaşadığımız dünya öyle çok da yaşanılası bir dünya değil.
Siz yaşanılası olmayan bu dünyada ne yapıyorsunuz?
Farkında olmak önemli. Her şeyin çok normal gitmesini bekleyemeyiz elbette… Savaş, zulüm, açlık, sefalet olmasa, yokluk olmasa o zaman cehennem sunulmaz… O zaman sınava tabi tutulmazdık ve dünyada oluşumuzun da bir anlamı olmazdı.
Hayallerle ve düşlerle meşgul bir insansınız. Gerçeklikle aranıza ne koyuyorsunuz?
Kendimi dinlemekle başlıyorum işe. Ahirete ve hayata dair çok düşünüyorum. Kendi tekniğimle meditasyon yapıyorum. Hiçbir yerden öğrenmedim. Nefes tekniği kullanarak yoğunlaşıyorum ve sakinleşiyorum. Ancak bunu çok uzun zamandır yapmıyorum. İstanbul’da yaşayınca bir defa meditasyon da yapsan bir faydası olmuyor. Ramazan ayı beni çok mutlu ediyor. Oruç tutmayı çok seviyorum. “Ramazan keşke 11 ay sürse” diyorum. İbadet etmek de benim için öyle. Namaz kılmak mesela…
İşler istediğiniz gibi gitmediğinde ne oluyor?
Gergin olduğumda hiçbir şey yapamıyorum, müzik, yemek, ibadet hiçbir şey… Sağdan soldan ses geliyorsa, dikkatimi dağıtacak, huzurumu bozacak şeyler varsa konsantre olamıyorum. Bu duruma kızıyorum.
Bir fanusunuz var mı?
Var tabi. Evim benim fanusum. Bana kalsa sokakta araba istemem, bu kadar beton bina istemem. Tarlalar, köy evi, köy mekânı olsun isterim. Orman, nehir…
Böyle bir hayat yaşamayı düşündünüz mü?
Tabiî ki düşündüm. Kaç defa heveslendim, araya ya hastalıklar ya da ölümler girdi. Ailem burada olduğu için onlardan kopamadım. O zaman hayatın biraz arkasında kalman gerekebiliyor. Yapmak istediklerini yapamayabiliyorsun. Ne işim var benim bu beton binaların arasında? Nefret ediyorum hiçbirini sevmiyorum.
İstikrarlı, sessiz sakin bir dinleyici kitleniz var. Reklamınızın daha iyi yapılmasını, daha çok dinleyici kitlesine sahip olmayı istemez miydiniz?
Plak şirketleriyle uzlaşamama durumları oluyordu. Bir projeden bahsediyordum. İşin içinde para olunca yanaşmıyorlar. Benim meselem sadece beni dinleyenlerin varlığını kabullenip yeter demek değil.
Nedir?
Diğer tarafta beni dinlemeyen insanlar da var. Ben onlara da ulaşmak istiyorum. Birçok dinleyicim başkaları aracılığıyla müziğimle tanışmıştır. Onun için, o insanlara ulaşmak adına yelpazeyi geniş tutmak lazım. Aslında reklam küpürlerini, televizyonları çok fazla seven bir insan da değilim. Ama kitleye ulaşmanın yöntemi bu. Bazen canım çekiyor ama sonra vazgeçiyorum.
Kafanız böyle rahat mı?
Rahatım. Huzurluyum. Beni huzursuz kılan sadece insanların vurdumduymazlıkları. Konu komşudan çok çekerim. Anlatsam kafayı yersiniz!
İnsanlarla aranız iyi midir?
İyidir. Ailemden öyle gördüm. Çok sıcakkanlı insanlardı. Avukat çocuğuyum.
Siz ben sürrealistim diyorsunuz aynısını Yaradan için de kullanıyorsunuz. Siz onu mu taklit ediyorsunuz?
Ben de hiçbir zaman öyle bir duygu gelişmedi. Sadece hayatı sorgulamak gibi bir mecburiyet içinde hissediyordum kendimi. Bunu her zaman yaptım, çocukluğumda bile… O küçük tanrı gibi hissedenler gün gelir kendi tanrı gibi hissederler. Öyle insanlar dünyada çok var. Tehlikeli bir şey. Haddini bilmek çok önemli. Daha ötesinde, ne yaşadığını bilmek çok önemli.
İlham karşısında had bilmek zor olmuyor mu?
Onun farkında olduktan sonra herhangi bir sorun kalmıyor. O yetinin kimin tarafından verildiğini biliyorsun. Burada sadece yapman gereken şey, verileni en iyi şekilde kendinden nasıl nakledebileceğini bilmek…
“Beni benimle kıyaslamak yanlış olmaz çünkü ben benden çoktan geçmiş bir insanım. Bu söylemi yıllarca açığa vurmakta ve bir suret olarak dolaşmaktayım. Bilincimde ve kalbimde yaşadığım tebliği sizlerle paylaşmaktayım”. Size verilmiş bir ilmin olduğunu düşünüyor musunuz?
Zaman zaman kendi içimde zaaf gösterdiğim durumlar oluyor. Hala o zafiyetin içindeyim. Çok fazla kendinden geçtiğin ve benliğini dışa ittiğinde, hayat seni biraz daha girdaplı ve acılı bir tarafına doğru çekmeye başlıyor. Normal halimle dolaşıyorum ama yapamıyorum. Bir süre onunla yaşadıktan sonra da onun ağırlığı içinde kalıyorum. Derviş hayatı gibi oluyor. Gerçekle yaşamak insanı biraz zorluyor ve dünyevi hale dönebiliyorsun. Fakat bu defada seni her şey üzebiliyor. İnsanlar üzüyor, olaylar üzüyor. Televizyon izlemiyorum sırf bu nedenle.
Meseleniz?
Hayatın kendisi.
Sizin üzen olumsuzluklara karşı meydan okuyor musunuz?
Tabi. Berbat şeyler yaşanıyor dünyada. İnsanlık gittikçe kötüye gidiyor. Bataklıktan daha kötü… Olduğun yerde daha hiçbir şey yapmadan batmaya başlıyorsun. İnsanların değerlerini kaybettiğini görünce sakin kalmanın ne kadar erdem olduğunu bilsen bile bu ezen gerçeklikle perişan hale gelebiliyorsun.
Hep ne olmak isterdiniz?
Hayatım boyunca gönlümde yatan tek bir şey oldu o da; ülke yönetmek. Ben ülkemi müziğim gibi yönetirdim. Doktor değilim, sosyoloji bilimi de okumadım fakat bunların hepsini yaşayarak öğrendim. Hayattan çeşitli kazıklar biriktirerek terbiye olduk. Lider vasıflı bir adamım. Bu benim için hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir ütopya…
Dinleyicilerim benim kahramanım
Sizde söz ile müzik aynı anda mı çıkıyor?
İkisi birbirini besliyor. Hem müzik adamıyım, hem de yazın adamıyım. Zamanla birbirini dengelediler. Bir dönem hep yazdım sonra bir dönem geldi hep besteledim. Bazen de ikisi aynı anda gelişti. Birbirlerinin önüne geçmediler. Fakat öyle ortaya çıktılar. Benim için hiç bu tarz bir sıralama olmadı. Aynı anda da, direk de doğaçlayabiliyorum.
Popülerlik gibi bir derdiniz olmadı. Buna rağmen çok dinlenen ve bilinen birisiniz. Dinleyiciyle bu kadar kuvvetli bir bağı nasıl oluşturdunuz?
Ben özel bir çaba sarf etmedim. Her şey kendiliğinden gelişti. Genelde beni öğrenci kesmi daha çok dinliyor. Doktor, asker, polis gibi bir dinleyici grafiğim de var.
Bu gizli “popülerlikten” övünüyor musunuz?
Öyle bakmıyorum. İnsanların yaşadığı dünya da kendileri de çok değiştiler. Buna olumlu bakmıyorum. Belki yüzbinlerce dinleyicim var. Albüm almaya gelince bin veya iki bin tane… Geri dönüşüm olarak olumlu değil. O zaman sorguluyorsunuz, nerede bu kadar dinleyici?
Sadık dinleyici yok…
Tabiî ki… Bilindiği gibi öğrenci kitlesi de çok fazla ceplerinde parası olan kimseler değil. Ama sonraları meslek sahibi olduktan sonra da aynı düzen devam ediyor. Ben popçular gibi değilim. Sponsorlarım, 150 milyonluk biletlerim yok. Beni dinleyen insanlar meslek hayatına atıldıklarında veya evlendiklerinde o bağ bir şekilde kopuyor. Benimle paylaştıkları zaman azalıyor. Geçmişte senede on konserine geliyorsa artık hiç gelmemeye başlıyor. Buna ne denir ki…
Seslendiğiniz insanların hayatları değişiyor, zaman değişiyor, fakat siz hep aynı yerde duruyorsunuz…
Güzel olduğu kadar trajik… Tabiî ki tekâmül durumu var.
Pop dinleyenler de sizi dinliyor. Arasında nasıl bir alaka kuruyorsunuz?
Bu insanların birbirlerine benzerlik gösteren tarafları var. Ama aynı zamanda çok farklı tarafları da var. Beni dinleyen biri gidip Serdar Ortaç’ı veya Tarkan’ı dinleyebiliyor. Beni çok seviyor ama onları da dinliyor. “Nasıl ya?” Dediğim oluyor. Çok anlamsız geliyor çünkü. Ben onlara dinleyici gözüyle bakmıyorum, onlar benim için kahraman.
Murat ağabey bozuldu diyorlar
Dinleyicinin şifresini kırdığınıza inanıyor musunuz?
İnsan kendini keşfetme süresince ne kadar tanıyorsa o kadar diğer insanlara ulaşma şansı elde ediyor. Kendinin farkında olmak birçok kapıyı açar. Ama şöyle bir tarafı da var; beğeninin altını bir çizmek lazım. Dozajı ve düzeyi nedir? İnsanlar yeri geldiğinde senden hep aynı tarz şeyleri bekleyebiliyorlar. Yıllar önce yaptığım “ölümler” gibi… Bütün albümlerimde cennet, cehennem, melek, tanrı teması vardır. Ama son dönemlere baktığımda çok daha artmıştır. Bunu yadırgayan insanlar oluyor.
Ne diyorlar mesela?
“Bizim aşk şövalyemize ne oldu?” diyorlar. Arpej duymak istiyorlar. Biraz sert bir tema duyunca ve daha önce kullandığı akordiyonu kullanmadıysam, “niye yaylı yok, neden akordiyon kullanmadın” diyorlar.
“Aa bozdu” diyenler oluyor mu?
Olmaz mı? Benim internetle alakam yoktur. Fakat eşim takip ediyor. Yazılanları gösteriyor bana gülmekten kırılıyorum. “İnsanlar bu kadar taş olabilirler mi?” diyorum.
Dinleyici o kadar önemli mi?
O açıdan benim için hiç önemli değil. Hep aynı şekilde kalmasını beklemek sanatın ruhuna aykırı bir durum. Hep aynı şeyi yapacaksak müzik yapmanın bir anlamı yok.
Gelişmek mümkün olmaz o zaman.
Onlar sizi nasıl görmek istiyor?
Genelde şu oluyor; beni nasıl tanıdılarsa, hangi şarkılarla büyüdülerse, ilk aşkları, okul anıları hayatla ilgili birçok duygusal temayı alıp kabulleniyorlar ve ağzımla kuş tutsam da olmuyor. “Murat ağabey değişti işi bozdu” diyorlar. O kadar saçma geliyor ki bazen ağlamak geliyor içimden. Sen orada kalmışsın ama ben tırmanmaya devam ediyorum ve ölene dek de böyle olmalı. Orman içine daldığımın farkında değiller.
“Anlaşılamamak” bir ızdırap mı sizin için?
Sadece zaman zaman rahatsız oluyorum. Bilinmeyen bir denklem kurmuyorum. Allah’ın bana vermiş olduğu bu beyni ve vücudu kullanmaya çalışıyorum. Evet, üreticiliği fazla olan bir adamım. Ama çok normal yaşayan bir adamım, neden bu kadar uzağımdalar? diye sorguluyorum. Çok zor söz yazarım algılanması biraz problem yaratabilir. “Burada ne demek istedin?” diye soranlar oluyor. Onu da açıklamak çok fenadır. (gülüyoruz). Yüzük takıyorum diyelim ki, “Bu yüzük ne anlama geliyor?” diye soruyorlar.
Her şeye anlam yükleme faciasına dönüşüyor…
Evet. İşte elinizde olan bir şey değil.
Fiziksel olarak yıllardır hep aynı kalmak prensip mi?
O aslında kendinle barışık olduğun anlamına geliyor.Kendimi bildim bileli hep uzun saçlıyım. Genel olarak hiç değişmedim, değişme ihtiyacı duymuyorum.
KÜBRA&BÜŞRA İLE İKİDE BİR
YAYIN TARİHİ: 08.01.2012
Kaynak:http://yenisafak.com.tr/Pazar/?t=08.01.2012&i=361079
Yeni Şafak Gazetesi Pazar Eki