Tesadüflerin Hakkaniyeti.

Bir miktar gözlemde bulundum. Bu gözlemin analizi beni sadece tek bir noktaya götürdü.
Anladım ki:
Mutlu olmaya başlamak için,
evvela mutlu olmayı hak etmemek gerekiyormuş.
Evet aslında çok basit bir sistem. Sen mutluluğa ne kadar uzaksan o kadar mutlusun.
Ne kadar hak etmiyorsan o kadar mutlusun.
Doğanın, evrenin, tanrının, yaratıcının, Allah’ın, tesadüflerin..
Yani artık her neye inanıyor isen, onunda bildiği tek şey var. Haksızlığa ödün vermek.
Aslında dünya bizi kötü olmaya zorluyor desek yanlış olmaz. İyi oldukta ne kazandık bunca vakit?
Şimdi bu bir imtihan deyip bi’ kenara çekilmek yerine sorgulamak gerekiyor.
Bu isyan değildir, bu bir arayıştır. Cevap arıyoruz.
Her neye inanırsak inanalım her şey bizi tek bir noktaya götürüyor neticede. Şans’a.
Yahu bu şanslılık kat sayısını büyütmek için illaha kötülüğe mi kaymak gerek?
Peki bu kötülükten kasıt nedir?
Ben dini inançlara göre kötülükten bahsediyorum, başkası evrensel anlıyor, birisi ahlaki bağlamda inceliyor bir başkası bir anlam veremiyor.
Kötü nedir? Ne taraftan bakarsak o taraftan cevap verebiliriz ona. Ama hepsinin ortak noktası doğru olmadığı.
O zaman bu şans,
bu tesadüfler..
Neden bizi yanlışa sürüklüyor?
Neyse boşver.
Hepten kafayı yedim zaten.
O kadar okudunuz yoruldunuz bari bi’ şeyler dinleyelim.
“Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki…
Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın…”